NEY’İN HİKÂYESİ
Mevlâna’nın eserlerinde geçen ney, aslında “insan-ı kâmil”i temsil etmektedir. Sazlıktaki bir kamışın ney hâline gelene kadar geçirdiği devreler, insanın olgunlaşmasını, yani “nefsi tezkiye ve nefsi tasfiye” basamaklarını ifade eder.
Sazlık içindeki kamışlar arasından çıkarılan ney, usta bir el tarafından usûlüne uygun şekilde kesilir. İçi boşaltılıp, kurutulur. Daha sonra, ateşle delinerek baş ve son kısmına demir boğumlar yerleştirilir. Bir müddet bu hâlde bekletildikten sonra ney; neyzenin nefesinden üflenen nefha ile dînleyenlerin kalbî seviyelerine göre güzel sesler, hayret ve hikmetler yaymaya başlar.
İnsan da kemâl yolunda hep bu safhalardan geçer. İnsan-ı kâmiller, diğer insanlar arasından belli kıstaslarla seçilirler. Nitekim peygamberlerin en büyük özelliklerinden birisi onların «seçilmiş» olmalarıdır. Daha sonra, çeşitli terbiye usûlleriyle onun içi fânî, dünyevî bağ ve endişelerden boşaltılır. Seyrü sülûk yolunun sabrı gerektiren meşakkat, iptila ve imtihanlarıyla karşılaşır ve “vahy”in izini takip etme netîcesinde olgunlaşır. Sonunda Allah’ın sanat, hikmet ve kudretinin tecellî ettiği bir vâsıta hâline gelir. İnsanlar ondan sâdır olan derûnî hikmetlere râm olur ve vuslat yolunda mesâfe almaya başlarlar.

Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allah’ın kendisine ihsan ettiği esrar ve hikmet denizinden bir damlasını, ilmin kapısı Hazret-i Ali’ye de emânet eder ve:
“Bu sırları sakın ifşâ etme!” diye sıkı sıkı tembihler.

Osmanlı padişahları her zaman müziğe ilgi duymuşlardı. Besteler yapmışlardı. III. Sultan Selim (1761-1808) kesin şekilde en büyük ve deha sahibi bestekâr padişahlara örnek verilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder