15 Aralık 2014 Pazartesi

MİLYARDA BİR GÖRÜLEN KORKUNÇ HASTALIKLAR - Ürkütücü...


MİLYARDA BİR GÖRÜLEN KORKUNÇ HASTALIKLAR - Ürkütücü...


Dünyadaki En ilginç 10 İnsan


Dünyadaki En ilginç 10 İnsan


Dünyadaki En ilginç 10 İnsan


DUNYANIN EN İLGİNÇ ON GERÇEK HAYALET GÖRÜNTÜSÜ


DUNYANIN EN İLGİNÇ ON GERÇEK HAYALET GÖRÜNTÜSÜ


Gerçek güçlere sahip inanılmaz insanlar


Gerçek güçlere sahip inanılmaz insanlar


Cahit Sıtkı Tarancı- Otuz Beş Yaş


Can yücel - bağlanmayacaksın

Can yücel - bağlanmayacaksın

Can Yücel'in En Güzel Şiiri

Can Yücel'in En Güzel Şiiri

Yedi Güzel Adam, Yedi Güzel Şiir (İlk 7 Bölümden)


Yedi Güzel Adam, Yedi Güzel Şiir (İlk 7 Bölümden)


ŞİİRLER

HERSEY SENDE GiZLi
Yerin seni cektigi kadar agirsin
Kanatlarin cirpindigi kadar hafif..
Kalbinin attigi kadar canlisin
Gozlerinin uzagi gordugu kadar genc...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kotu..
Ne renk olursa olsun kasin gozun
Karsindakinin gordugudur rengin..
Yasadiklarini kar sayma:
Yasadigin kadar yakinsin sonuna;
Ne kadar yasarsan yasa,
Sevdigin kadardir omrun..
Gulebildigin kadar mutlusun
Uzulme bil ki agladigin kadar guleceksin
Sakin bitti sanma her seyi,sevdigin kadar
sevileceksin.
Gunesin dogusundadir doganin sana verdigi deger
ve karsindakine deger verdigin kadar insansin
Bir gun yalan soyleyeceksen eger
Birak karsindaki sana guvendigi kadar inansin.
Ay isigindadir sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldigin kadar ona yakinsin
Unutma yagmurun yagdigi kadar islaksin
Günesin seni isittigi kadar sicak.
Kendini yalniz hissetigin kadar yalnizsin
ve guclu hissettigin kadar guclu.
Kendini guzel hissettigin kadar guzelsin.. iste budur
hayat!
Iste budur yasamak bunu hatirladigin kadar yasarsin
Bunu unuttugunda aldigin her nefes kadar usursun
ve karsindakini unuttugun kadar cabuk unutulursun
Cicek sulandigikadar guzeldir
Kuslar otebildigi kadar sevimli
Bebek agladigi kadar bebektir
ve herseyi ögrendigin kadar bilirsin bunu da ogren,
SEVDIGIN KADAR SEVILIRSIN

CAN YUCEL


ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.


Orhan VELİ

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.



Attila İLHAN




BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl KISAKÜREK

Bir Gün Anlarsın

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

SEVİYORUM SENİ

Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.

NAZIM HİKMET

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol BEHRAMOĞLU

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok se

Yahya Kemal Beyatlı

OTUZ BEŞ YAŞ



Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yasa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne donup duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

N'eylesin olum herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.


Cahit Sıtkı Tarancı


AŞK İKİ KİŞİLİKTİR

Değişir yönü rüzgârın
Solar ansızın yapraklar.
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar.
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini,
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten.
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar.
Boşanır keder zincirlerinden
Sular, tersin tersin akar.
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar.
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken.
Çünkü, hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını.
Severken hiçbir böcek,
Hiç bir kuş yalnız değildir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.

Ataol Behramoğlu

10 Aralık 2014 Çarşamba

Okullarda Öğretilmeyen 10 Sıradışı Bilgi

Kanımız Hakkında 9 İğrenç Gerçek

İnsanların Yediği En İğrenç 10 Hayvan

Dünya'nın En Zeki Şeytan Ruhlu Seri Katili

Dünya'nın En Zeki Şeytan Ruhlu Seri Katili

Dünyanın Çekilmiş En Gizemli 5 Fotoğrafı

Gizli Tutulmuş 10 Keşif

Gizli Tutulmuş 10 Keşif

Yasaklanmış 10 Köpek Irkı

Gerçek Süper Güçlere Sahip 7 Az Bilinen Hayvan

Midenizin Asla Kaldıramayacağı 10 İlginç Yemek

Öğrencilerin sınav sorularına verdiği ilginç cevaplar :)

Beynimizin Oyunları (Çok şaşıracaksınız!)

Dikkat Testi - Bakmak Ve Görmek

Sıradışı 10 Göz Yanılması (Çok İlginç)

Tüyler Ürpertici 10 Kehanet

Televizyonlarda Cevabını Bulamadığımız 10 Soru

Televizyonlarda Cevabını Bulamadığımız 10 Soru

Cinlere Ait Olduğu İddia Edilen 10 Görüntü

Çok Şaşırtıcı 10 Hayvan Melezi

Zaman Kavramınızı Alt Üst Edecek 14 Süper Bilgi

Ölüm Anında Hissedilen Hayretle İzleyeceğiniz 10 Duygu

Hala gizemini koruyan 10 kayıp şehir

Bilimin hala cevap bulamadığı 9 gizemli şey

Bu Hayvanlara Kesinlikle Yaklaşmayın

Büyük Sanat Eseri Olan Yapılar Binalar

8 Aralık 2014 Pazartesi

İnsan Vücudunda Yaşayabilen 7 Şeytani Parazit Türü


Vahşetle Sonuçlanmış Şokla İzleyeceğiniz 8 Korkunç Deney


Zekayı Haddinden Fazla Geliştiren 10 Alıştırma


Matematik Hakkında Çok Şaşıracağınız 10 Enteresan Bilgi


SIRAN DIŞI SANAT ESERLERİ



                                    

                       SIRA DIŞI SANAT ESERLERİ;




Birbirinden ilginç ve sıra dışı eserler insanların ilgisini çekmekte ve beğenisini kazanmaktadır. işte dünyanın en sıra dışı sanat eserlerinden bazıları;
döner duvar
Dönen duvar: Ünlü İngiliz heykeltıraş Richard Wilson’ın bu eseri, bina cephe duvarının bir bölümünün kesilmesi ve kesilen bölümün özel tasarlanan bir mekanizma tarafından dönmesiyle oluşmaktadır.
ağaç atlar
Ağaç dallarından at: Ağaç dallarının biraraya getirilerek oluşturuldu bu at heykelleri, Heather Jansch imzası taşımaktadır.
asansör
Zemini olmayan asansör: Girişinde tamir edildiğini belirten bir tabela olan asansöre binildiğinde, zeminin sanki yokmuş gibi boyandığını görüyorsunuz. Sanki ayağınızı boşluğa atıyormuş gibi oluyorsunuz.
bira kutusu sanatı
Bira kutusu sanatı: Bira kutularından otomobil, uçak, heykel veya bisiklet gibi birçok obje yapılabilmekte. ortaya çıkan sonuç sanat eserleri gibi kesinlikle çok yaratıcı…
damien hirst
Elmastan kuru kafa: Damien Hirst tarafından yapılan bu sanat eseri, tam 8,601 adet lekesiz elmastan yapılmış. 50 milyon pound değerinde olan bu kurukafa 18 ayda tamamlanmış.
dru blair
Fotoğraf gibi tablo: Bu resim aslında fotoğraf değil. Dru Blair (ortada) tarafından yapılmış oldukça gerçekçi bir tablo.
julian beever
Üç boyutlu kaldırım resimleri: kaldırım ya da yola yapılan bu çizimlere doğru açıdan baktığınızda, üç boyutlu görünüm ortaya çıkıyor. Bu resim sanatının yaratıcısı ise İngiliz bir sanatçı olan Julian Beever’dır.
kelimelerden resim
Kelimelerden resim: Thomas Broom’un eseri olan bu resimde tamamen kelimelerin etkisi bulunmakta ve oldukça yaratıcı bir eser.
sütlü kahve
Kahve süsleme sanatı: Kahve süsleme sanatı ile ilgili dünyada müsabakalar düzenlenmektedir. kahve süslemesinde kendine güvenenler yeteneklerini ortaya koyma imkanı buluyorlar. Tamamen görselliğe ve beraberinde damak tadına hitap eden bir sanat diyebiliriz.
tünel ev
Tünel ev: Dan Havel ve Dean Ruck adlı sanatçılar tarafından yan yana iki ahşap mekanın yıkılıp, yerine başka bir bina yapılana kadar geçici bir süreliğine düzenlenmesi neticesinde ortaya çıkmıştır.

4 Aralık 2014 Perşembe

KELEBEK TUTKUNLUĞU


KELEBEKLER,


Kelebek, böceklerin, pul kanatlılar veya kelebekler (Lepidoptera) takımının kanatlı fertlerine verilen genel ad. 150.000 kadar türü bilinmektedir.
Vücutları kiremit dizilişi şeklinde renkli gözle zor görülebilen pullarla örtülüdür. Pullar, uçları yassılaşarak genişlemiş kıllardır. Ufak sarsıntılarda koparlar. İki çift olan kanatlarının büyüklüğü türlere göre değişir. Pek az türde ve bazı türlerin dişilerinde kanat bulunmaz. Emici tipteki ağız parçaları hortum şeklindedir. Kullanılmadığı zamanlar bu hortum başın alt tarafında helezon biçiminde kıvrılır. Balözü emerler. Çiçeklerin balözünün tadını ayaklarıyla alırlar. Tat alma cisimcikleri ayaklarına yerleşmiştir. Ayaklarıyla çiçeğin suyunu kontrol ederler. Beğendikleri takdirde kıvrılı duran hortumlarını uzatarak emerler.
Ağız organları, yalnız çiçek tozu (polen) ile geçinen "Micropterygidae" kelebek familyasında çiğneyicidir. Tüylü başlarında büyükçe iki petek göz ve çoğunda iki nokta (osel) göz bulunur.
Kelebekler faaliyet durumlarına göre gece ve gündüz kelebekleri olarak iki gruba ayrılırlar.Gece kelebekleri kalın ve ağır vücutlarıyla alaca karanlıkta veya gece uçarlar. İnce kıl gibi olan antenlerinin ucu sivridir. Bazı türlerde antenlerde birer dizi tüy bulunduğundan tarak görünümündedirler. Genellikle renkleri mattır. Hızlı uçucudurlar.Bu uçucular diğer kelebeklere göre daha hızlı uçarlar fakat daha az uçarlar. Tehlike anında sürüden ayrılarak farklı yönlere kaçışırlar ve tehlike bittiğinde tekrar toplanırlar.
Gündüz kelebekleri gece istirahat edip, gündüz uçarlar. İnce ve hafif vücutludurlar. Anten uçları topuzludur. Kanatları gâyet güzel renk ve desenlerle süslüdür. Uçuşları yavaştır. Bir yere konduklarında kanatlarını yukarıya dik tutarlar. Gece kelebekleri ise dinlenme hâlinde kanatlarını çatı gibi gövdelerinin üzerine kapatırlar veya tamâmen açık bırakırlar. Bu kâideler bütün kelebekler için geçerli değildir. Meselâ; Skiperler pervâne olmadığı halde antenleri incedir. Vücutları kalın ve renkleri mattır. Gündüz uçarlar. Çoğunlukla pervanelerle karıştırılırlar.
Gece kelebeklerinin işitme ve koku alma duyuları da çok hassastır. Bazı türlerin erkekleri, 5 km uzaktaki dişinin kokusunu alabilirler. Gündüz kelebeklerinin duyargaları (anten) çıplak olduğundan bu hassaslıktan mahrumdurlar.
Kelebeklerde çoğalma yumurta ile olur. Kelebek yumurtaları yarım küre, küre, silindir ve iğ şeklindedir. Dişileri yumurtalarını tek tek veya gruplar halinde ağaç kabukları veya yapraklar üzerine yapıştırarak bırakırlar. Bazıları da üst üste yapıştırarak kuleler meydana getirir. Bazıları yumurtaların üzerini vücutlarından kopardıkları kıllarla bir kürk gibi kapatırlar. Kışı geçirmek zorunda kalan yumurtalar “Korion” denen sert bir kabukla örtülüdür. Yumurtadan çıkan larvalara “tırtıl” adı verilir. Kışı genellikle tamamen gelişmiş olarak yumurta kabuğu içinde geçirir. İlkbaharda her yer yeşermeye başlayınca kabuğunu yırtarak besin aramaya çıkar. Dişi kelebekler yumurtlarken özellikle tırtılların beslendiği bitki türlerinin üzerine veya yakınına yumurtalarını bırakırlar.
Tırtıllarda üç çift göz ve 2-5 çift karın bacağı bulunur. Ağız parçaları ısırıcı çiğneyicidir. Alt dudağa dökülen ipek salgı bezleri vardır. Oburca beslenen tırtıllar, 4-5 defa deri değiştirirler. Normal iriliğe ulaşınca ipek salgısı ile kendilerine koza örerler.
Koza içinde erginin şekillendiği pupa durumuna geçer. Bir müddet sonra pupa kabuğunu yırtar ve kozadan genç ergin yeni kelebek ortaya çıkar. Fakat hemen uçamaz. Kanatlarındaki damarların kanla dolması ve kuruyarak güçlenmesi için birkaç saat beklemesi gerekir. Bazı erginlerin ömrü 24 saat, bir kısmının 1-2 aydır. Hayatları birkaç mevsim sürenler kış uykusuna yatar veya daha sıcak bölgelere göç ederler. Bunlar yüzlerce kilometrelik yolu uçabilecek güçtedir. İngiltere’de yaygın bir tür, havalar soğumaya başlayınca Kuzey Afrika’ya göç eder. Kuşların aksine kelebeklerin göçü tek yönlüdür. Amerika’da yaşayan bir çeşidin dışında hiçbiri geri dönmez.
Bazı kelebekler zehirlidir. Bunlar çok yavaş uçar ve göz kamaştırıcı parlak renklere sahiptir. Bu renkler düşmalarına karşı bir ikaz işaretidir. Böcekçil hayvanlar bunları yemekten çekinirler. Bazı kelebekler de, sahte kafa işaretleri, kanatlarındaki göz işaretleriyle ve antene benzeyen kuyruk uzantılarıyla düşmanlarını şaşırtarak kendilerini korurlar. Bu işaretlere aldanan avcı hayvanlar, kelebeklerin öldürücü olmayan kısmına saldırır. Yırtık kanatlı bir kelebek hayatını sürdürebilir. Birçokları da kondukları yerlerde tamamen kamufle olabilirler. Kuru yaprak görünümündeki bazı kelebekleri kondukları yerden ayırdedebilmek çok zordur.Ayrıca çiçekteki bizim çıplak gözle göremediğimiz bir ışık vardır. Bu ışık sayesinde kelebekler çiçeği görür.







HAYATTAKİ AMAÇLARIMIZ

 


                                           

Nereye gideceğini bilmeyen bir kaptan için yelkenlerini dolduran rüzgarın bir faydası var mıdır?
Şu ana kadar gençlerde gözlemlediğim en önemli sorun bir hedeflerinin olmaması. Üniversitede ders verdiğim 4 farklı sınıfta toplam 150 öğrenciye soruyorum "Senin hedefin ne? Bundan 10 yıl sonra kendini nerede görüyorsun? Neleri başarmış olacaksın? Nasıl bir yol haritan var?" Cevap "Hıı!"
Bir ülke için bundan büyük yıkım olur mu? Düşünsenize yarınlarınızı emanet ettiğiniz gençler hayatı "gelişine" yaşıyor. Ne yapmak istediklerine ve nasıl yapacaklarına bir an bile kafa yormayan bu insanlar hayatta başarılı olabilirler mi? Rasgele meslek seçen, rasgele buldukları işlerde çalışanlar verimli olabilirler mi?
Hedef belirlemek sadece iş dünyasının, kurumların, sporcuların veya öğrencilerin değil yediden yetmişe herkesin yapması gereken bir iştir.
Bu hafta yakınmayı bir kenara bırakıp topa girmeye karar verdim.

Ne yapmalı?
En son ne zaman, geleceğiniz hakkında düşündünüz? Buna ciddi ciddi zaman ayırmanız gerekir. Bir gün, iki gün, bir hafta...
Aşağıdaki soruları sorarak düşünmeye başlayın:
- Bundan 10 yıl sonra kariyerimde hangi noktada olursam mutlu olurum?
- 10 yıl sonra ekonomik açıdan hangi noktada olmalıyım?
- 10 yıl sonra sağlığım nasıl olmalı?
- Ya ailevi ve sosyal ilişkilerim...
Bu soruların yanıtlarını bulmaya başladığınızda hedefiniz yavaş yavaş kendini göstermeye başlamış demektir. Gözünüzde kendinizle ilgili bir görüntü canlandığında bu size bir motivasyon sağlayacaktır. Size düşen bu görüntüyü gerçeğe çevirmek için harekete geçmek olacaktır.

Adım adım ilerleyin

- Önce sizi mutlu edecek büyük resminizi oluşturun. Örnek olarak, "İleride mutlu bir ailesi olan, sağlıklı, ülkesine ve insanlara hizmet eden başarılı bir tıp profesörü olmak ve kanser hastalığı ile mücadele etmek istiyorum." Kulağa mükemmel gelen bir hedef değil mi? Yalnız hedeflerimiz SMART olmasına da özen göstermeliyiz.
- İkinci adım olarak bu hedefini küçük parçalara böl, zamana yay.
- Son olarak da bu hedefe ulaşmak için sıkı bir planlama yap. Bu planda hemen şimdi ne yapman gerektiğinden, üç ay sonrasına ve 5 yıl sonrasına kadar her şey belli ve yazılmış olsun.
Şimdi bu adımları biraz daha açalım.

Adım 1: Hedefi belirleme
Hedefe asla bir açıdan yaklaşmayın. Yani sadece "Ben bir doktor olmak istiyorum" değil. Bunu mümkün olduğu kadar detaylandırın ve hayatın diğer alanlarını da unutmayın. Ne kadar detaylı plan yaparsanız işiniz o derece kolaylaşır. Gideceğiniz yola çok daha rahat görürsünüz.
Kariyer: Kariyerinizde nereye kadar yükselmek istiyorsunuz? Ve bu sizin hedefinize uygun mu? Mesela kanser hastalığı ile mücadele edip insanlara yardım etmek isteyen birisiyseniz, üniversitede bir bölüm başkanı olabilirsiniz, dekan olabilirsiniz. Ancak sağlık bakanı olmak sizin için uygun bir hedef olmayabilir.
Ekonomi: Hangi aşamada ne kadar para kazanmaya ihtiyacınız olacak ve bu sizi mutlu edecektir? Yani bir tıp profesörünün kariyer yolculuğunda kazanacağı miktad sizi tatmin eder mi?
Eğitim: Peki bu hedefe ulaşmak için spesifik olarak ne tür bilgi, beceri ve eğitime ihtiyaç duyacaksınız?
Aile: Evlenip çocuk sahibi olmak istiyor musunuz? Bir aile olduğunuzda ailenizin diğer fertlerinin sizin hakkındaki düşüncelerinin nasıl olması sizi mutlu edecektir?
Kültür&Sanat: Hobileriniz veya sanatsal uğraşlarınız var mı? Hangi alana yeteneklisiniz? Gelecekte kariyerinizin dışında seçeceğiniz bir sanat alanında da nasıl bir ilerleme kaydedeceksiniz?
Davranış ve tutumlar: Sizi hedefinize ulaşmaktan alıkoyacak davranış veya tutumlarınız var mı? Mesela aceleci misiniz veya çabuk mu öfkeleniyorsunuz? Tahammülünüz az mı, veya kötümser misiniz? Önyargılarınız var mı? Eğer varsa ve bunlar sizin hedefe ulaşmanızı engelleyecekse bunları nasıl yenmeyi planlıyorsunuz?
Fiziksel: Sporla ilgileniyor musunuz? Sağlığınıza dikkat eder misiniz? Hedefinize ulaşmak için sağlık şart. Belki şimdiden bazı önlemler almaya başlamalısınız.
Eğlence: En çok neden keyif alırsınız? Bunlar için zaman ayırabilecek misiniz?
Kutsal değerler: Peki ya dini veya milli değerleriniz? Ülkenize ve insanlığa hizmet etmek sizi mutlu etmez mi?
Evet, bu soruları iyice düşünün, beyin fırtınaları yapın. En sonunda hayatınızın hedefi ortaya çıkacaktır. Hemen yazılı bir Kişisel Hedef Deklarasyonu" hazırlayın ve görebileceğiniz her yere asın. Daha sonra hedefleriniz hakkında yakın çevrenize bilgi verin ki onlar da zamanı geldiğinde size destek olabilsinler.
SMART OLMALI! Elbette bu hedefi kritik etmeniz de gerekecektir. Bunun için en iyi yollardan birisi SMART cetvelidir. SMART bir hedefin akılcı olup olmadığını anlamak için yapılır. SMART kelimesini oluşturan harflerden her biri aslında başka bir kelimenin ilk harfidir. Hedefinizin bu kelimelerin ifade ettiği kriterlere uygun olup olmadığını kontrol edin.
S - Spesific (açık ve net mi?).
M - Measurable (ölçülebilir mi?).
A - Achievable (başarılabilir mi?).
R - Realistic (gerçekçi mi?).
T - Time-bound (zamanlı mı?).
Mesela fen dalındaki derslerde bir türlü başarılı olamayan bir öğrencinin; doktor olma hedefi açık ve nettir, ölçülebilirdir ve zaman açısından da bir sıkıntı yoktur ancak başarılabilir ve gerçekçi midir?

Adım 2: Küçük parçalara bölün
Büyük hedefi oluşturduktan sonra sıra onu şimdi küçük parçalara bölmeye geldi. Yine örnekten hareket edelim. İyi bir tıp profesörü olmak 15 yılınızı alabilir. Ana hedefe ulaşmak için üç aylık, altı aylık, 1 yıllık, 5 yıllık planlar yapabilirsiniz.
Eğer lise sonda okuyorsanız ilk yılın hedefi kanser araştırmalarıyla ünlenmiş bir tıp fakültesi kazanmak olabilir. Öncelikle bu hedefe odaklanmalısınız. Böyle 6-7 küçük hedefe ulaştıktan sonra büyük hedefe ulaşabilirsiniz.
Tıp fakültesi hedefine ulaşabilmek için hemen şu an ne yapmanız gerekir bunu düşünün. Bilgi seviyenizi ölçün, eksiklerinizi keşfedin ve bunları tamamlamak için hemen harekete geçin. Daha fazla okuma mı yapmanız gerekiyor veya ekstra ders almanız mı şart...
Sizi büyük hedefe ulaştıracak küçük hedeflerde başarısız olursanız hemen yılgınlığa kapılmayın, başarısızlıktan ders çıkarıp planınızı revize edip daha sıkı bir şekilde yola koyulun.

Küçük ipuçları
Olumlu cümleler kullanın - Hedefinizi ifade ederken her zaman olumlu cümleler kullanın. "Aptalca hatalar yapmayacağım" yerine "Bu tekniği çok iyi kullanacağım" demek daha doğrudur.
Kesin olun - Hedef için çalışırken programlı olun. Herşeyin tarihi ve saati belli olsun. Böylelikle çalışmalarınızı ölçme şansınız olur.
Öncelikleri belirleyin - Yapmanız gereken işleri bir öncelik sırasına koyun.
Herşey yazılı olsun - Hedefinizi kağıda dökmek işi biraz daha elle tutulur hale getirecektir.
Kendinizi ödüllendirin - Attığınız her başarılı adımda kendinize küçük mükafatlar verin.
Kendinizle konuşun - İnsanlar en fazla kendi sözlerine önem verirler. Kendi kendinizi sık sık motive etmeyi unutmayın.

İŞTE BİR ÖRNEK

Yakın arkadaşım Sedat'ın hayatındaki hedefler şöyle:
Kariyer - "Çalıştığım fabrikada üretim müdürü olmak"
Kültür&Sanat - "Resim çalışmalarıma devam etmek. İleride kişisel sergimi açmak."
Fiziksel - "Maraton koşmak istiyorum"
Sedat hayattaki hedeflerini küçük parçalara bölmüş:
5 yıllık plan: "Üretim müdür yardımcısı olmak"
1 yıllık plan: "Üretim bölümündeki projelerde gönüllü olarak görev almak."
6 aylık plan: "Okula dönüp yöneticilik ve iş idaresi eğitimlerimi tamamlamak."
1 aylık hedef: "Üretim müdürümle konuşum daha faydalı olabilmek için ne gibi becerileri geliştirmem gerektiğini öğrenmek."
1 haftalık hedef: "Üretim müdür ile bir görüşme ayarlamak"
Gördüğünüz gibi önce küçükten başlayarak ilerlemek gerek.
Şimdilik bu kadar iylilikle kalın...




KİŞİSEL GEİLİŞİM VE KUR'AN-I KERİM

En Büyük Kişisel Gelişim Kitabı KURAN'I KERİM
Bakın Kuran-ı Kerim?de bizi yaradan Rabbimiz bize nasıl öğütler veriyor.
Bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz, yüce kitabında gören gözler için apaçık bir kişisel gelişim dersi veriyor.
Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
Saff 2: Yalandan uzak dur.
Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
İsra 37: Kibirli olma, alçak gönüllü davran.
Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.
Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.
Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.
Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
En?am 50: Ön yargılarla hayatı kendine zehir etme.
En?am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.
Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.
Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını
kendinden uzaklaştırma.
Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.
Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.
Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.
Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.
Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.
Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine öfkenin dinmesini bekle.
İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.
Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.
Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.
Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.
Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar içi n asla feda etme.
Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.
Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.
Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.
Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.
Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.
Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.
İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.
İsra 23: Anne ve babana ?off? bile deme.
Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.
Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
Âl-i İmrân 139: Yaşadığın zorluklar karşısında kendini bırakma ve üzülme; hedefe ulaşmak inancını ve azmini korumayı, duygularına hakim olmayı gerektirir.
Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.
Necm 3: İnanma duygunu diri tut.
Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.
Bakın Kuran-ı Kerim?de bizi yaradan Rabbimiz bize nasıl öğütler veriyor.
Bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz, yüce kitabında gören gözler için apaçık bir kişisel gelişim dersi veriyor.
Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
Saff 2: Yalandan uzak dur.
Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
İsra 37: Kibirli olma, alçak gönüllü davran.
Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.
Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.
Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.
Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
En?am 50: Ön yargılarla hayatı kendine zehir etme.
En?am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.
Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.
Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını
kendinden uzaklaştırma.
Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.
Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.
Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.
Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.
Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.
Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine öfkenin dinmesini bekle.
İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.
Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.
Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.
Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.
Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar içi n asla feda etme.
Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.
Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.
Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.
Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.
Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.
Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.
İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.
İsra 23: Anne ve babana ?off? bile deme.
Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.
Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
Âl-i İmrân 139: Yaşadığın zorluklar karşısında kendini bırakma ve üzülme; hedefe ulaşmak inancını ve azmini korumayı, duygularına hakim olmayı gerektirir.
Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.
Necm 3: İnanma duygunu diri tut.
Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.
Alıntı

Farah Zeynep Abdullah - Nafile (Unutursam Fısılda Soundtrack)


Çılgın Hırsız Türkçe Dublaj Full HD


Kısa film :Kara Bulut(Animasyon)


"Yalnızlık" Ödüllü kısa film... Ödüllü


Chahu Main Yaa Naa - Aashiqui 2 (1080p HD Song)


Tujh Mein Rab Dikhta Hai - Rab Ne Bana Di Jodi (1080p HD Song)


Ödüllü Karikatürler (!)


Street Graffiti talent - amazing artist!


Üç Boyutlu Resim Çizmek


Turkish Ebru Art


çini sanatı-3


hat sanatı Fuat Başar


Hat Sanatı - Bir medeniyet çizgisi


sand art by Fatmir Mura-Love (disegni con la sabbia)


Gördüğüm En İyi Videolardan Birisi.. Kum Sanatı - Bu Babamın Dünyası


Platon'un mağara alegorisi ,


O Ses Türkiye - Elnur Hüseynov (01.12.2014)


Seksendört - Faili Meçhul


OSMANLI'DA EDEBİYAT

OSMANLI’DA EDEBİYAT




 
Osmanlı Edebiyatı, Tanzimat dönemine kadar Divan Edebiyatı, Halk Edebiyatı ve Tasavvuf Edebiyatı şeklinde gelişti. Tanzimat’ın ilanıyla Tanzimat Edebiyatı ortaya çıktı.
Divan Edebiyatı; Osmanlı saray ve çevresinde Arapça ve Farsça’nın etkisiyle ortaya çıkıp gelişen edebiyattı. Şairler şiirlerini divan adı verilen kitaplarda topluyorlardı. Divan şairleri daha çok aşk, güzellik, eleştiri, övgü olan şiirler yazdılar. Bu şiirler süslü bir dille anlatılırdı. Şiirler beyitler (iki dizelik bölümler) halinde Arapça, Farsça ya da Türkçe yazılırdı. Fuzulî, Şeyh Galip, Nedim, Baki, Nef’i önemli divan şairlerindendi.
Halk Edebiyatı; Masal, destan, koşma, türkü, mani, ağıt türünden eserlerin verildiği edebiyattı. Daha çok halk tarafından ilgi gördüğü için bu ad verildi. Halk edebiyatı eserleri dörtlüklerle yazılırdı. Halk edebiyatı şairlerine âşık denirdi. Halk edebiyatı eserleri ozanlar tarafından sözlü olarak söylenirdi. Yazılı değildi. Erzurumlu Emrah, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal önemli halk şairlerindendi.
Tasavvuf Edebiyatı; Allah aşkı, peygamber sevgisi gibi konuları işleyen edebiyattı. Bu duygular şiir yoluyla ifade edilirdi. Yunus Emre, Ahmet Yesevî, Mevlâna önemli tasavvuf edebiyatı temsilcilerindendi.
Tanzimat Edebiyatı; Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan dönemde gelişen edebiyattı. Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayımlanması ile bu dönem başladı. 1895 yılında sona erdi. İlk defa roman, hikâye, makale bu dönemde Osmanlı edebiyatına girdi. Ahmet Mithat Efendi, Sami Paşazade Sezai, Namık Kemal, Ziya Paşa bu dönemin önemli edebiyatçılarındandı.
Servet-i Fünun Edebiyatı; Aynı adı taşıyan dergi etrafında toplanan kişilerin oluşturduğu edebiyattı. Mehmet Rauf, Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil dönemin önemli edebiyatçılarındandı.
Milli Edebiyat; II. Meşrutiyet’den sonra ortaya çıkan edebiyat dönemiydi. Bu kişiler eserlerini sade bir dille ve Türkçe yazdılar. Roman ve öyküde Ömer Seyfeddîn, Halide Edip Adıvar, şiirde Faruk Nafiz Çamlıbel, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Yusuf Ziya Ortaç bu dönemin edebiyatçılarındandı.
 
ŞİİR
Osmanlı şiiri, dünyanın en zengin şiirlerinden biridir.
 
Türk tasavvuf edebiyatının en büyük şairi olan Yunus, (1240-1320), bir Sakarya çocuğuydu, Sarıköylü’ydü ve burada doğdu.
Yunus Emre, Osmanlı Devleti’nin oluştuğu sırada yazdığı şiirlerinde Geyikli Baba, Dursun Fakîh gibi çağdaşı sufilerden bahsetti.
Önemli şiirlerini XIV. Yüzyıl’da yazdığından XIV. Yüzyıl sanatçısı olarak da kabul edilen Divan düzenleyecek,  mesnevî hazırlayacak düzeyde bu kültürün içinde olmakla birlikte halka dönük yüzünü hep korudu. Şiirlerinde tasavvufî Allah sevgisiyle birlikte hoş­görü, barış, kardeşlik, insan sevgisi gibi temaları yalın ve içtenlikli bir anlatımla dile getirdi.
Yunus’u değerli ve kalıcı kılan en önemli özel­liklerinden biri de diliydi. Zorunlu olarak kullandığı dîn ve tasavvuf terimleri dışında şiirlerinde yabancı sözcüklere rastlanmazdı. Süsten uzak, lirik bir dili vardı. Divanında yer alan şiirlerini Halk edebiyatı gele­nekleriyle yazdı. Yunus Emre’nin Divanın dışında Risalet-ün Nushiye (öğütler kitabı) adlı bir yapıtı vardır. Burada didaktik, mistik şiirleri yer alır.
 
Nesimi (ölm.1405), çok büyük bir klasik tasavvuf şairiydi. Osmanlı sahası dışında yetişti, fakat Osmanlı şiirine büyük tesiri oldu.
 
Osmanlı klasik şiirinin kurucuları Ahmedî, Şeyhi, Atayi, Necati ve özellikle Ahmed Paşa gibi büyük şairlerdi.
 
Osmanlı Padişahları’nın sanatçıları ve ilim adamlarını desteklemesi, Osmanlı’da kültür ve sanat hayatını canlı tuttu. Osmanlı padişahları, şehzadeleri, sultanları ve diğer hanedan mensupları birçok sanat faaliyetini destekleyip, sanatkârları himaye ederek bu hususta adeta birbirleriye yarıştılar.
Osmanlı Hanedanı, diğer pek çok hanedanlardan farklı olarak tarih sahnesinde sanatkâr mizaçlı sultanlarıyla yer aldı. İyi bir eğitimden geçen Osmanlı şehzadeleri ve sultanları, daha ziyade müziğe ve şiire ilgi gösterdiler. Daha ilköğrenimleri sırasında kuvvetli bir dil ve edebiyat eğitimi alan sultanlardan pek çoğu şiir yazdılar, bir kısmı da divan tertip edecek kadar şairlik vasıflarını ön plana çıkardılar.
Osmanlı Padişahları arasında ilk şiir yazan II. Murad’dı. Muradî mahlasını kullandı. Fatih Sultan Mehmed, Avnî mahlasını kullandı. Sultan II. Bayezid Han’da Adlî mahlasıyla ve Yavuz Sultan Selim Han Selimî mahlasını, Kanuni Sultan Süleyman Han’da Muhibbî, Meftunî, Acizî mahlaslarını kullandılar. Kanunî şiirlerinin toplamı 15.935 beyitti ve bu haliyle o, aynı zamanda divan edebiyatının en hacimli divanını kaleme alan şairdi. Sultan III. Ahmed Han, III. Selim Han’da şiir yazan padişahlar arasındaydı.
 
Sultan I. Ahmed Han şiirlerinde tasavvufî birikimi yoğun olarak görülen bir şair padişahtı. Şiirlerinde Bahtî mahlasını kullandı. I. Ahmed, bir kısmı bestelenerek tekkelerde okunan coşkulu şiirler yazdı.
 
III. Murad Han, Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği gibi İslâmî ilimlerin tamamına vakıf olup, “Muradî” mahlâsıyla şiirler yazdı. Divanında yer alan şiirlerinden bir tanesinin açıklaması şu şekildedir: “Güzel huylu ol. Sen herkesin sözlerine kanma. Kalbini deniz gibi geniş tut. Makamına güvenme çünkü geçicidir. Ahiret hayatını iste. Dünya oturma yeri değildir. Sadece köhne, geçici bir konaktır. Bu dünyaya her kim geldi ise kendi yurduna göçtü. Maddî ve manevî ilimleri öğren. Sana büyük rütbe olarak bu yeter.”
 Sultan III. Murad Han bir sabah namazını kaçırmış üzüntüsünden aşağıdaki ilâhîyi yazmış ve bestelemiştir…
 
Bu dersimizi gerçek bir sanatçı olan III. Murad’ın bir bestesi ile bitirelim.
 
Uyan Ey Gözlerim
 
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
 
Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
 
Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
 
Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
 
Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan..

NEYİN HİKAYESİ

 

 

 

 

 

NEY’İN HİKÂYESİ

 
 
 
 
 
 
Mevlâna’nın eserlerinde geçen ney, aslında “insan-ı kâmil”i temsil etmektedir. Sazlıktaki bir kamışın ney hâline gelene kadar geçirdiği devreler, insanın olgunlaşmasını, yani “nefsi tezkiye ve nefsi tasfiye” basamaklarını ifade eder.
Sazlık içindeki kamışlar arasından çıkarılan ney, usta bir el tarafından usûlüne uygun şekilde kesilir. İçi boşaltılıp, kurutulur. Daha sonra, ateşle delinerek baş ve son kısmına demir boğumlar yerleştirilir. Bir müddet bu hâlde bekletildikten sonra ney; neyzenin nefesinden üflenen nefha ile dînleyenlerin kalbî seviyelerine göre güzel sesler, hayret ve hikmetler yaymaya başlar.
İnsan da kemâl yolunda hep bu safhalardan geçer. İnsan-ı kâmiller, diğer insanlar arasından belli kıstaslarla seçilirler. Nitekim peygamberlerin en büyük özelliklerinden birisi onların «seçilmiş» olmalarıdır. Daha sonra, çeşitli terbiye usûlleriyle onun içi fânî, dünyevî bağ ve endişelerden boşaltılır. Seyrü sülûk yolunun sabrı gerektiren meşakkat, iptila ve imtihanlarıyla karşılaşır ve “vahy”in izini takip etme netîcesinde olgunlaşır. Sonunda Allah’ın sanat, hikmet ve kudretinin tecellî ettiği bir vâsıta hâline gelir. İnsanlar ondan sâdır olan derûnî hikmetlere râm olur ve vuslat yolunda mesâfe almaya başlarlar.
İnsanlarla ortak kaderi paylaşan ney’in ortaya çıkışı ve onlar tarafından keşfedilişi hakkında, Mevlevî kaynaklarında şu temsîlî hikâye nakledilir:
Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allah’ın kendisine ihsan ettiği esrar ve hikmet denizinden bir damlasını, ilmin kapısı Hazret-i Ali’ye de emânet eder ve:
“Bu sırları sakın ifşâ etme!” diye sıkı sıkı tembihler.
Hazret-i Ali, kendisine tevdî edilen bu emânete tahammül edemez, altında iki büklüm olur. Sahralara düşer. İçinde sakladığı sırrı bir kör kuyuya döker. Zaman gelir kuyu suyla dolup taşar. Kuyudan taşan bu sular, çevresini zamanla bir sazlık hâline çevirir ve burada kamışlar biter. Bu sazlığın rüzgârda hoş nağmeler çıkardığını fark eden bir çoban, bunlardan bir tanesini keser ve ondan “ney” yapar. Fakat ney’den çıkan bu ses, o kadar içli ve yanıktır ki, herkes bu sesin derin, duygulu ve yakıcı nağmelerine tutkun olur. Onunla ağlar, onunla gülmeye başlar. Çobanın ünü kısa zamanda yayılır ve Arap kabileleri bu çobanı dînlemek için etrafında toplanmaya başlarlar. (Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, II, 440)
  
Osmanlı padişahları her zaman müziğe ilgi duymuşlardı. Besteler yapmışlardı. III. Sultan Selim (1761-1808) kesin şekilde en büyük ve deha sahibi bestekâr padişahlara örnek verilebilir.
  



3 Aralık 2014 Çarşamba

OSMANLI'DA MİMARİ SANATI

OSMANLI’DA MİMARÎ
 
Osmanlı mimarîsi basit, kullanışlı, ince, zarif, vakur ve heybetliydi. Bununla beraber Allah adına yapılan camiler tamamen abidevîydi. Camilerin çevreleri bir sürü sosyal müessese ile örülürdü ve bir “külliye” teşkil ederlerdi.
Osmanlı fevkalâde imarcıydı. İmarın görülmediği hiçbir imparatorluk köşesi yoktu. Dişinden tırnağından arttıran mütevazı mahalle zenginleri bile, bir mescid yaptıramadığı takdirde bir çeşme yaptırırdı veya bir mektep tamir ettirirdi. Toplum anlayışı fevkalâde güçlüydü. Kendilerinden sonraki nesiller içinde şefkat fikri çok gelişmişti.
Bunun yanında İslâm’ın ilme ve eğitime verdiği değer medrese mimarîsini, kitap ve hat sanatını, insan sağlığına verdiği önem sağlık kurumlarıyla ilgili mimarîyi geliştirdi. Aynı şekilde temizlik vecibesi de su mimarîsini geliştirdi.
 
Osmanlı, mimarî yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korurdu.
Osmanlı mimarî eserlerinin ise 1976’da yapılan bir incelemede, Yugoslavya sınırları içinde bulunanlarının %90’nın tahrib edildiği, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya’dakilerin %99’unun ve Macaristan’dakilerin % 99,9’unun tahrib edildiği tesbit edildi. Bugünkü Türkiye sınırları içerisinde olanların da % 40’da tahrip edilmiştir.
İşte Osmanlı mimarîsi eserleri bir çok ülkede tahrib edilirken, Türkler’in devamlı tamir ve özen göstermesi sayesinde Ayasofya, bugün ayakta kalan en eski Avrupa mimarî eseri durumundadır. Bu da Osmanlı’nın başka milletlerin sanatlarına da verdiği önemi gayet açık göstermektedir.
 
Osmanlı’da XV. Yüzyıl’ın büyük imarcı padişahları olarak II. Murad ve torunu II. Bayezid ünlüdür. Fatih, her yıl savaşa gitmiş, imarla fazla uğraşamamıştı. Öyle olduğu halde onun 30 yıllık saltanatında şu eserler inşa edildi: 17’si kiliseden bozma 308 cami, 57 medrese, 59 umumi hamam, 29 bedesten ve kervansaray…
En büyük Osmanlı mimarları şunlardır; Bursa Yeşil Cami ve Yeşil Türbe mimarı 2. vezir Hacı İvaz Paşa, İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Cami mimarı Alaeddîn Ali Bey, 98 yıl yaşayan Mimar Koca Sinan Ağa (1490-1588), Sultanahmed mimarı Koca Mehmed Ağa, Yeni Cami mimarı Mustafa Ağa.
 
Mimar Sinan
Mimar Sinan’ın dünya tarihinin en büyük mimarlarından biri, belki birincisi olduğunda görüş birliği vardır. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Sinan şu eserleri yaptı. 81 cami, 50 mescid, 55 medrese, 19 türbe, 14 imaret, 3 hastane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 dârülkurâ (Kur’ân-ı Kerim okunan yer).
Aynı planı iki eserinde tekrarlamayan Mimar Sinan’ın toplam 441 eseri bütün imparatorluğa dağılmıştı. Süleymaniye Cami, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseriydi. Kendi tabiriyle “kalfalık döneminde”, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştı. Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, 86 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Cami’ydi (1575).
 
Bir Menkıbe: Süleymaniye Cami Yapımı

Mübarek bir gecede, Kanunî Sultan Süleyman, rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i gördü. Sultan Süleyman, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i takip ederek, bugün Süleymaniye’nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye geldiler. Bu tepe, hem Haliç’i hem de Boğaziçi’ni mükemmel bir açıdan görür.

Peygamber Efendimiz (S.A.V), Sultan Süleyman’a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” dedi.

Kanunî Sultan Süleyman mübarek rüyadan uyandı ve şükürler etti. Mimar Sinan’ı çağırttı. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürdü. “Buraya bir cami bir de külliye yapacağız.” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karıştı. “Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…”dedi. Sultan Süleyman şaşırdı: “ Sinan sen bu işten haberli gibisin.” dedi. Mimar Sinan cevap verdi: “ Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizden geliyordum…”

 
Bir Menkıbe: Mimar Sinan ve Süleymaniye Cami

Süleymaniye Cami’nin inşası tamamlandığında, ibadete açılacağı gün ilan edildi. O gün gelince İstanbul’un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etti. Herkes hayranlıkla bu şaheseri seyrediyordu. Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk: “Aaa! Şu minareye bakın nasıl eğri!” diye bağırıyordu. Herkes bakıyor ama bir eğrilik görmüyordu. Çocuğun minarelerden biri için eğri dediği Mimar Sinan’a kadar ulaştı. Koca mimar hemen çocuğun yanına geldi ve ona: “Yavrum hangi minare eğri göster bana” dedi. Çocuk da: “İşte şu!” diyerek minarelerden birini gösterdi. Mimar Sinan hemen adamlarını topladı. Uzun halatları birbirine ekletip minareye bağlattı.       “Çekin yukarı doğru!” diye çektirmeye başladı. Çocuğa da, “Oğlum, bak bu minareyi doğrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver” dedi.
 Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra: “Tamam, minare doğruldu” diye bağırdı. İşçiler çekme işini bırakıp halatları çözdüler. Başından beri olaya tanık olan Sinan’ın ustalarından biri herkesin kafasını kurcalayan soruyu Mimar Sinan’a yöneltti:
- Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok. O halde niçin düzeltmeye kalkıştın?
Mimar Sinan’ın cevabı ileri görüşlülüğün, inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesiydi:
- Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını. Ama çocuğun kafasındaki “minare eğri” izlenimini de öyle bırakamazdım. Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki “eğri” kanaati silinsin. Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sonra etrafta gerçekten eğri olduğu şeklinde bir inanç yayılırdı.
 
Selimiye Cami Yapımı

Selimiye Cami inşası, Kanunî’nin Hürrem Sultan’dan olan oğlu, 1566-1574 yılları arasında yaşamış olan II. Selim (Sarı Selim)’in emri ile o sıralarda 79 yaşında olan Mimar Sinan tarafından 1568 yılında başlandı ve 1575’de bitirildi.
 
         Selimiye Cami Niçin Edirne’de Yapıldı?
Süleymaniye gibi bir şaheser Kanunî tarafından yaptırılıp meydana çıkınca tabiî olarak Kanunî’nin oğlu da babası gibi bir şaheser yaptırmayı arzu etti. Ancak bu eser İstanbul’da olursa, babası Kanunî zamanında yapılan o eseri gölgede bırakmış gibi bir duruma düşmemek için İstanbul’un dışında bir yer tercihi ile karşı karşıya kalındı. II. Selim ataları gibi adını ölümsüz kılacak bir cami yaptırmak istedi. Ancak bu İstanbul’da değil Edirne’de olacaktı.
Çünkü İstanbul olamayınca geriye iki seçenek kaldı; ya Bursa, ya da Edirne olabilirdi. Edirne İslâm’ın batıya açılan kapısı, o zamanki nüfus yoğunluğu ve İstanbul’dan önceki başkent olması sebebiyle tercih edildi.
Bu işle görevlendirilen Mimar Koca Sinan, Edirne’de Kavak Meydanı’nda Yıldırım Beyazıd’ın sarayının yer aldığı tepede cami yapmaya karar verdi. Sinan öyle bir yer seçmişti ki; Edirne’ye hangi yönden gelinirse gelinsin bu muhteşem abide hemen göze çarpacaktı. 1568 yılında törenle caminin yapımına başlandı.
 
Selimiye Cami Mimarî Yapısı
O sıralarda Ayasofya’nın kubbesini aşacak büyüklükte bir kubbe yapılamayacağına inanılıyordu. Sinan yaptığı kubbe ile mucizevî bir olayı gerçekleştirdi. Uyguladığı teknikle 31 metre çapındaki kubbeyi çevresindeki dayanak yapacak yarım kubbeler olmadan 8 büyük kalın sütunun üzerine oturttu. Yerden yüksekliği 43 metreyi buluyordu. Bu kubbeyi yabancı bir mimar: “Bu kul yapısı değil, gökten inme bir ilâhî mabet” şeklinde yorumladı.
Mimar Sinan’ın Selimiye Cami’nin Nil kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi, matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür. Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek  bir dehadır. Eserlerindeki heybet, seyredene yükseklik duygusu verir. Yapılarını düz olarak bıraksaydı o yükselmeyi hissedemezdiniz. Bunda kubbenin rolü çok büyüktür.
Mimar Sinan bütün büyük camilerinin kubbesine değişmez bir âyeti, Fatır Suresinin 41. âyetini yazdırırdı.
 
Eûzubillâhimineşşeytânirracîym - Bismillâhirrahmânirrahîym
İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadîn min ba’dih(ba’dihî), innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (zail olmaması için) tutuyor. Gerçekten ikisi de zail olurlarsa (yok olurlarsa), ondan sonra, o ikisini (gökleri ve yeri) O’ndan (Allah’tan) başka tutacak (yoktur). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur (günahları sevaba çeviren).
Bu âyeti yazdırmakla Sinan “Ben kul olarak bu kadar yapabiliyorum. Çünkü Rabbim gökleri ve yerleri Sen ayakta tutuyorsun, onlar Sen’in sayende duruyor, yok olmuyor. Benim elimden sadece bu kubbeyi yapmak geliyor. Bunun üstünü korumak ve tutmak da Sen’in elinde Rabbim” ve “ne kadar ihtişamlı camiler ve kubbeler yapabilirsem yapayım, bu gerçeği hiç aklımdan çıkarmıyorum” diyor.
Yabancı bir mimarın: “Bu kul yapısı değil, gökten inme bir ilâhi mabet” şeklinde yorumladığı Selimiye Cami için bakın ünlü şair Arif Nihat ASYA ne yazmış:
       …
     Taşları kararmış bir yol ucunda,
     Üç şerefelinin kapısı gelir.
     Şu yana dönersen eski caminin
     Kesilmiş biçilmiş avlusu gelir.
    Atınca üç adım daha ileri,
    Bir serin kubbenin kuytusu gelir.
    Dünyanın en güzel minareleri,
    Ve kubbelerin en ulusu gelir.
    Türk’ün Trakya’da tapusu gelir….
                                    
 
Günümüzde Selimiye Cami
Bir gün Selimiye Cami’ne girenler, kubbenin altında bir Japon’un ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını gördüler. Tabii hemen Japon’u, “Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun” diyerek uyardılar. Ancak, Japon gözlerini kubbeden ayırmadan: “Bu imkânsız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Bu fizik ve matematik kurallarına aykırı.” diyerek hayretini dile getirdi.
***
Selimiye Camisi’nin zemini gevşek topraktır. Bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı fark edildiğinde uluslararası bir grup bilim adamı bu tarihî minareleri kurtarmak için en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar verdiler. Minarelerin temellerini açınca, koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaştılar.
***
 
Bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına bilim adamları akıl sır erdiremediler. Bunun üzerine bilim adamları araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin, Süleymaniye ve Selimiye’nin sabitlenmediklerini, aksine yerinde oynayarak çatlamalardan ve yıkılmaktan kurtulabildiklerini ortaya çıkardılar. Minarelerin ise çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini gördüler. Şu an gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullandıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Mimar Sinan’ın geliştirdiği mekanizmalardır.
 
Hindistan’daki Tâc-Mahall’in mimarları; Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi’dir. Yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapımı için Şah Cihan tarafından İstanbul’dan davet edildi. 1632’de inşasına başlanan eser, 20 yıl sonra 1652’de tamamlandı.
 
CAMİLER
Osmanlı’da camiler, İslâm sanatı esas olarak Kur’ân-ı Kerim kaynaklıdır.
Başta Allah inancı olmak üzere dînin ana ilkeleri İslâm sanatını şekillendirdi. Kur’ân-ı Kerim’de İslâm’ın temel ibadeti olan namazın mümkün olduğunca cemaatle kılınması tavsiyesi, cami mimarîsinin doğuşunu hazırlayan en önemli faktördür. Hutbe okuma vecibesi minberi, vaaz geleneği de vaaz kürsüsünü oluşturdu. Farklı mezhep mensuplarının yaşadığı yerlerde kurulan camilerde de söz konusu mezheplerin her biri için mihrap oluşturuldu.
Osmanlı mimarî sanatında her çeşit yapı yapıldı. Fakat en önemlileri şüphesiz camilerdi. Cami bir şehirde merkez teşkil ediyor ve pek çeşitli binalar etrafını çevirerek bir kültür sitesi halini alıyordu. Bunlara “Selâtin Cami” deniliyordu. Başta padişahlar olmak üzere hanedan mensuplarının yaptırdıkları camiler daha çok bu şekildeydi. Selatin camileri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sultanların yaptırdıkları camilere verilen addı. Saray geleneğinde selatin camilerinin yaptırılabilmesi için birtakım koşullar vardı. Öncelikle bir padişahın selatin camisi yaptırması için önemli bir askerî zafer kazanması ve bu zaferle birlikte önemli bir savaş ganimeti ele geçirmesi gerekirdi. Selatin camilerinin yapımına devlet kasasından takviye olmaz, yalnızca padişahın kişisel serveti kullanılırdı.
Camilerde zarif, sade, fakat süzülmüş bir zevk mahsulü olan çini, mermer, tahta veya sıva üzerine nakış gibi süslemeler vardı. 
Osmanlı cami ve külliye mimarîsinin başlıca eserleri olarak Bursa’da Yeşil ve  Ulu Cami’lerini; Edirne’de Selimiye Cami’ni; İstanbul’da Süleymaniye, Fatih, Mahmud Paşa, Şehzadebaşı, Sultanahmed, Nuruosmaniye ve Valide Sultan Cami’lerini; Manisa’da Muradiye, Hatuniye Cami’ni örnek verebiliriz.
Osmanlı medrese mimarîsinin başlıca eserleri olarak Fatih ve Süleymaniye Medreseleri’ni örnek verebiliriz.
 
SARAYLAR
Bütün sanat eserlerinde de gözlenebileceği gibi Saraylar, İslâm ve Osmanlı sanatının genel niteliklerinden biri olan “Mimarî’de Gerçekçilik” in ön planda tutulduğunu gösteren en iyi örneklerdi. Mimarîde Gerçekçilik; Müslümanlar’ın, mimarî eserlerinin hemen her karesini muhakkak fonksiyonel, dînî veya sosyal bir ihtiyaca göre yapmış olmalarıydı. Bu çerçevede lüks ve israftan kaçınmışlardı. Bu ilke gereğince olsa gerek, dünyanın çeşitli medeniyetlerindeki şehirlerde görülen boş ve geniş şehir meydanlarının yerini İslâm şehirlerinde daha fonksiyonel ve yararlı görülen şadırvan, çeşme veya sebil almıştı. Yine aynı ilkeye bağlı olarak Müslümanlar, muhteşem saraylara meyletmemişlerdi. Herhangi bir İslâm şehrinde olduğu gibi, İstanbul’da bir zamanlar üç kıtayı yöneten Topkapı Sarayı oldukça mütevazıydı.
Muhteşem saray tipi XIX. Yüzyıl’da Batı’dan gelerek girmişti.
Bu alandaki başlıca eserlere İstanbul’daki Topkapı, Yıldız, Çırağan, Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları’nı ve Göksu Kasrı’nı örnek verebiliriz.
  
TÜRBELER
Osmanlı’da halk, esnaf, asker ve padişahların çok büyük bir yüzdesi Allah’ın velîlerinin ve dualarının Allah katında çok önemli ve kıymetli olduğunu bilirlerdi. Evliyadan yaşadıkları zaman diliminde sonsuz himmet alan, almak için her türlü çabayı harcayan Osmanlı,  evliyanın bu dünyada yalnızca bir görüntüsü olan fizik bedeni toprağa girdikten sonra da onlardan himmet almanın faydalanmanın bir yolunu bulmuşlardı. Onların mezarlarını sadece bir mezar taşı olmaktan çıkarıp, türbeleştirmişlerdi. Bu yol; elbette Allah’ın bu çok sevgili kullarına duydukları hürmet ve sevgiden de kaynaklanmıştı. Allah’ın bütün insanları sevdiğini, ama Allah’ın en çok sevdiklerinden en az sevdiklerine doğru bir yelpazesi olduğunu bilen Osmanlı, Allah’ın velîlerinin, işte bu yelpazenin en üst sıralarında olduğunun da farkındaydı. Bu nedenle kendi dualarını, türbelerde Allah’ın en çok sevdiklerinin duasıyla birleştirerek, “o evliyanın yüzü suyu hürmetine” niyetiyle yapıp, dualarının güçlerine güç katarlardı. İşte bu bilinçle Osmanlı’da türbe mimarîsine de önem verilmişti.
Osmanlı’dan günümüze gelen evliya türbelerini hem birer sanat eseri, hem de birer manevî eser olarak görmeliyiz. Ayrıca “Osmanlı’da toplum anlayışı fevkalâde güçlüydü ve kendilerinden sonraki nesiller içinde şefkat fikri çok gelişmişti” cümlelerini hatırlayarak, bize bıraktıkları “evliya ve evliya türbeleri” miraslarına sahip çıkmalıyız.
 
 KÖPRÜLER:                                                                 
Kanunî’nin 1526’da Tuna-Drava dirseğindeki bataklık üzerinde kurdurduğu 8.665 adım uzunluğundaki köprü, uzun zaman Avrupa’nın en uzun köprüsü olarak kaldı. “Osiyek Köprüsü ” diye Osmanlı tarihinde adı çok geçen bu köprünün üzerinden çok büyük Osmanlı orduları Macaristan’a gidip geldi.
II. Murad’ın Ergene Köprüsü (Uzun Köprü) 174 kemerli, 1240 metre uzunluğundadır. Türkiye’de ve hala ayaktadır.
Kanunî’nin Sinan’a yaptırdığı Hersek’de Neretva suyu üzerinde bulunan Mostar Köprüsü’nün eni 27,34 metredir. Yüksekliği 19 metredir. 1566 tarihlidir. Uzunluğu 100 adımdır. Yüksekliğin tek kemerle aşılmış olması hayret ve hayranlık uyandırır. 1658’de köprüyü gören Fransız seyyahı A. Poullet: “İnşasının mukayese kabul etmez cüreti karşısında sarsıldım; tek kemeri Venedik’in mimarî harikası sayılan Rialto köprüsünden bile genişti” diye yazar. İnşasından 346 yıl sonra 1912’de aynı Mostar Köprüsü’nü ziyaret eden Avusturyalı R. Michael “Taş kesilmiş bir hilal… Bütün dünyada eşi olmayan bir eser…” şeklinde heyecanını ifade eder.
 
Osmanlı’da mimarî yapıya örnek olan köprülere, daha onlarca örnek verilebilir. Kısaca K. Kienitz’in bir sözüyle mimarîde köprü konusunu tamamlayalım.
“Osmanlı’nın dünya tarihinin en büyük köprü yapıcılarından olduklarını söylemek gerekir. Osmanlı köprüleri gerçek medeniyet ve sanat eserleridir.”
 
SU MİMARÎSİ
“İslâm’da çok önemli bir yer tutan temizlik vecibesi de su mimarîsini geliştirmiştir” diyebiliriz.
Osmanlı su yolları, “cedvel” denen kanalları, su kemerleri, “bend” denen barajları da büyük mühendislik eserleriydi. Kanunî 1532’de Mekke’ye, 1552’de Kudüs’e çok uzaktan su getirtti. 1544’de Kanunî’nin yaptırdığı Fırat’ı, Ubeyd suyuna bağlayan Kerbela Kanalı’da büyük Osmanlı eserlerinden biriydi.
Ayrıca Sultanahmed Çeşmesi, Mimar Sinan Sebili günümüzde görebileceğimiz diğer su mimarîsi örnekleridir.
 


ÇARŞILAR
Osmanlı kapalı çarşıları ve bedestenleri de hayret verici eserlerdi. İstanbul Kapalı çarşısı, yeryüzündeki bugünde en büyük kapalı çarşıdır. Kapalı Çarşı’nın Avrupa’daki alışveriş merkezleri için bir örnek oluşturduğunu önceki “Osmanlı’da Esnaf ve Ticaret” adlı dersimizden hatırlayacaksınız. Tarhan Valide Sultan’ın 1662’de yaptırdığı ve Mimar Mustafa Ağa’nın eseri olan İstanbul’daki Mısır Çarşısı da en büyük kapalı çarşılardan biridir.
 
ASKERÎ MİMARÎ
Osmanlı askeri mimarîsi, aynı derecede üstündür. Akla gelmez ülkelerde Osmanlı kalelerinin yükseldiği görülür. Osmanlı tersane, top ve barut fabrikalarından kalabilen kalıntılarda muazzam tesislerle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.
Selimiye Kışlası, Kuleli Askerî Lisesi, Anadolu ve Rumeli Hisarları Osmanlı askerî mimarî eserlerinin başlıca örnekleridir.
 
BAHÇE MİMARÎSİ
Osmanlı bahçe mimarîsi, diğer mimarîlerle aynı seviyedeydi. Osmanlı’nın çiçek merakı meşhurdu. Tarihinin bir dönemi bir çiçeğin adını taşıyan tek devlet Osmanlı Devleti’dir. Lale Devri, 1718-1730… Ahmed Kamil Efendi 1753’de yazdığı lale üzerindeki kitabında 558 lale mütehassısının adını kaydeder. Osmanlı, tek tek adlandırdıkları tam 1350 çeşit lale yetiştirdi.
 
İÇ MİMARÎ
İç dekorasyon sade, basit, metin, gösterişsiz, vakurdu. Fazla eşya yoktu. Tanzimat ile iç mimarîde fazla eşya ve gösteriş devri başladı ve eski vakar ortadan kalktı.
 
Mimarlık sahasında çok gösterişli sanat eserleri yapıldı. Bu eserleri başta İstanbul olmak üzere, ülkemizin dört bir yanında görmek mümkündür.
 
Nilüfer Hatun İmareti, Haseki, Gureba Hastaneleri Osmanlı mimarî eserlerinin diğer örnekleridir.